Abstract:
Theodor Adorno ve Max Horkheimer, 'Aydınlanma'nın Diyalektiği: Felsefi Fragmanlar' (1947) adlı yapıtlarında, Aydınlanma projesinin yapısı gereği totaliter olduğunu ve mitolojiyi insan düşüncesinden kovmuş olmasına rağmen kendisinin mite gerilediğini öne sürmektedirler. Aydınlanma paradigmasının ürünü olan birer sanat dalı olarak erken 20. yüzyıl sineması ve mimarlık, Adorno ve Horkheimer'in bu savlarını doğrulamaktadırlar. Fritz Lang'in Metropolis (1927) adlı filmi; bir paradig- ma değişimi olarak Aydınlanma'nın, tarihsel bir dönem olarak Modernite'nin ve bu tarihsel döneme özgü bir üslup olarak Modern Mimari hareketin birbirleri ile ilişkilerinin çözümlenebilmesine olanak sağlayan çok katmanlı bir anlamsal yapı- ya sahiptir. Filmde Aydınlanma-mitoloji ile Modern Mimari-tarihsel içerik diyalektikleri paralel olarak işlenmiştir. Filmdeki, Metropolis'in makine estetiğine dayalı fütüristik ütopik mimarisi ile distopik tekno-totaliter toplumsal düzen arasındaki gerilim, gerçekte tarihsel üsluplardan yararlanmayı reddeden Modern Mimari hareketin ütopik karakteri ile mitoloji olarak tarihsel birikim arasındaki gerilimi yansıtmaktadır. Theodor Adorno and Max Horkheimer asserted that the project of enlightenment which itself is already totalitarian ai- med to overthrow the myths from the human mind and to install human beings as masters reverted to mythology at the end, in their master work 'Dialectic of Enlightment: Philosophical Fragments' (1947). As artistic products of Enlightment Project, cinema and architecture of early twentieth century affirmed Adorno and Horkheimer's thesis. Fritz Lang's Metro- polis (1927)'s multi-layered messages enables us to comprehend the relationships between Enlightment as a paratigmatic change, Modernity as a historical period, Architectural Modernism as an artistic style which is a product of this paradigm and this historical period. In this film, dialectics of Enlightment/mitology and Architectural Modernism/historical content entwined. In reality, the tension between utopian futuristic architecture based on machine aesthetics of Metropolis and its distopian techno-totaliterian social order reflected the tension between utopian characteristic of Modern Avant-garde in architecture who rejects to use historical styles and historical content as mitology.