Abstract:
Bütün bir insanlık düzeninin simgesi olarak karakter geçmişten günümüze kadar geçen süreçte pek çok evrim yaşamıştır. Karakterin dramatik yapı içindeki işlevini ve dramatik yapının diğer araçları ile olan ilişkisini belirleyen, her dönemde değişen benliğe ilişkin algıdır. Aristoteles'ten Shakespeare'e, Strindberg'e Samuel Beckett'e ve Heiner Müller'e doğru yapılan tarihsel bir sıralamada, karakterin olaylardan zihinsel durumlara doğru evrildiği sonucu ortaya çıkmaktadır. Tragedyada iyiden kötüye doğru giden bir kurgu içinde yazgısı ile yönlendirilen oyun kişileri sadece aksiyona hizmet ederken, Hegel'in teorileri ile değerlendirildiğinde dramatik yapının merkezi haline gelir. Bu aynı zamanda oyun kişilerinin sosyolojik konumlarının da değiştiğinin göstergesi olur. Öznelciliğin ağırlık kazandığı on dokuzuncu yüzyılda sahnede soylu kişiler yerine sıradan insanlar vardır. Gerçekçi yazarların bireysel dünya görüşlerini yansıtan oyun kişileri, toplumsal çevrenin ve bu çevredeki nedensel ilişkilerin çözümlenmesine de olanak sağlar. Gerçekçiler, oyun kişilerini, iç dünyaları ile birlikte davranışlarını koşullandıran toplumsal yapı içinde tarihselliği vurgulayarak gösterirler. Klasik kuralları ve dram anlayışının kökünden sarsan Epik tiyatro ise her biri kendi içinde tamamlanmış episodlar halinde olayları tarihsel gelişim içinde verirken karakterin üstünlüğüne son verip, düşüncenin egemenliğinde diğer tüm etmenleri de kullanarak toplumsal ilişkiler içinde bireyi göstermektedir. Karakter, Absürd tiyatroyla başlayan süreçte bilincinden kurtulmak amacıyla kendine yönelmiştir. Bu durumda zihinsel durumları göstermekten öteye gidemez. Bu dönüşüm karakterin metin derinliğindeki gücünü kaybetmesine neden olur. Bundan sonra yazılan oyunlarda karakter, zihnin dışındaki fiziksel alandan ve genellikle bütün bir insanlık düzeninin simgesi olmaktan uzaklaşmıştır. Artık zihnin içindeki psişik ve tinsel dünyayla ilgilidir. The character, as the symbol of whole order of humanity, has experienced lots of evolution. What determines the function of character in dramatic structure and its relationship with the other tools of dramatic structure is the perception regarding the conceit changing in very era. In the historical classification carried out from Aristotle to Shakespeare and from Strindberg to Samuel Becket and to Heiner Müller, it follows that the character has evolved from the events to the mental conditions. The highborns who are led with their destiny within a fiction flowing from good to bad in tragedy become the center of dramatic structure in the period of Hegel. In place of the highborns, there are ordinary people at the stage in the 19th century, when subjectivism gained importance. The dramatis personas reflecting the World views of the realist authors make it possible for societal environment and the causal relationships to be analyzed. The realists demonstrate their dramatis personas by emphasizing historicity within the societal structure which conditions their attitudes together with their inner worlds. Epic theatre, which shakes the conventional rules and the understanding of drama from their souls, on the other hand, ends the supremacy of the character and demonstrates the individual within the societal relationships by employing the all of the other factors in the hegemony of thought when presenting the events in the form of episodes, each of which is completed in itself, in their historical developments. The character turns to itself in order to get rid of its conscious in the process that starts with theatre of the absurd. In this case, it does not advance but shows the mental situations. This transformation causes the character to lose its power in the profoundity of text. The character, in the plays composed hereafter, drifts apart from the physical area outside of mind and generally from being the symbol of the whole order of humanity. It is now related to the psychic and spiritual world in the mind.