Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesi Dergisi, C24/S2 (2010)http://hdl.handle.net/20.500.12397/28472024-03-28T12:50:05Z2024-03-28T12:50:05ZKartagener Sendromu: İki Olgu SunumuFIRINCI, FATİHTUNCEL, TUBAARIKAN, ZEYNEPUYSAL, PINARKARAMAN, ÖZKANUZUNER, NEVİNhttp://hdl.handle.net/20.500.12397/30002020-06-16T12:44:38Z2010-01-01T00:00:00ZKartagener Sendromu: İki Olgu Sunumu
FIRINCI, FATİH; TUNCEL, TUBA; ARIKAN, ZEYNEP; UYSAL, PINAR; KARAMAN, ÖZKAN; UZUNER, NEVİN
Kartagener sendromu otozomal resesif geçişli sinüzit, bronşektazi, situs inversus ile karakterize ender görülen bir hastalıktır. Bu makalede, kliniğimizde Kartagener sendromu tanısı ile izlediğimiz iki olgunun klinik ve radyolojik bulguları verilmiştir. Olgular kronik rinosinüzit ve bronşektazisi olan çocuklarda Kartagener sendromunun olası bir tanı olarak akılda tutulması gerekliliğini vurgulamak amacıyla takdim edilmiştir. The Kartagener syndrome is a rare autosomal recessive disorder characterized by bronchiectasis, sinusitis, sinus inversus. Clinical and radiological features of two cases followed in our clinic are given in this article. These cases are presented to emphasize that Kartagener syndrome should be considered as a possible diagnosis in children with chronic rhinosinusitis and bronchiectasis.
2010-01-01T00:00:00ZTransrektal Ultrasonografi Eşliğinde Prostat Biyopsilerinde İşlem Sonrası Dıclofenac Supozituarın Ağrı Ve Rahatsızlık Kontrolündeki EtkinliğiASLAN, GÜVENMammadov, ElnurÖztürk, BilginÇINAR, ÖNDERKİZER, ONURhttp://hdl.handle.net/20.500.12397/29992020-06-16T12:44:38Z2010-01-01T00:00:00ZTransrektal Ultrasonografi Eşliğinde Prostat Biyopsilerinde İşlem Sonrası Dıclofenac Supozituarın Ağrı Ve Rahatsızlık Kontrolündeki Etkinliği
ASLAN, GÜVEN; Mammadov, Elnur; Öztürk, Bilgin; ÇINAR, ÖNDER; KİZER, ONUR
Amaç: Transrektal ultrasonografi eşliğinde prostat biyopsilerinde (TRUS-Bx) işlem bitiminde uygulanan diclofenac supozituarın hastalarda ağrı ve rahatsızlık kontrolü üzerine olan etkisi araştırılmıştır. Gereç ve yöntem: Anormal parmakla rektal inceleme ve/veya yüksek serum PSA değeri nedeni ile TRUS-Bx yapılan 100 olgu çalışmaya alındı. TRUS-Bx, sadece rektum içine intrarektal 20 cc (çift uygulama) %2'lik lidokain jel (5 cc perianal bölgeye, kalan 15 cc rektum içine) uygulamasını takiben TRUS eşliğinde 18 Gauge Tru-cut biyopsi iğnesiyle, 10-12 kadranda gerçekleştirildi. Ellibeş hastaya işlem bitiminde rektal olarak 100 mg diclofenac sodyum (Voltaren® suppozituar) verildi. Kırkbeş hastaya ek ilaç verilmedi. Biyopsi sonrası, vizüel analog skala (VAS) kullanılarak ağrı ve rahatsızlık skorları işlem sonrası ilk 12 saat sonunda diclofenac alan ve almayan gruplarda karşılaştırıldı. Bulgular: Biyopsi sonrası ortalama ağrı ve rahatsızlık skorları diclofenac alan grupta sırasıyla 2 ± 0,9 ve 2,4 ± 0,7 olarak tespit edilirken tedavisiz grupta sırasıyla 1,9 ± 1 ve 2,2 ± 1,1 olarak bulundu. İşlem sonrası ilk 12 saatlik değerlendirmede diclofenac alan grupta ağrı ve rahatsızlık skorlarının (0,9 ± 0,8, 1,1 ± 0,9) tedavisiz gruba (1,3 ± 0,6, 1,4 ± 0,8) göre daha düşük olduğu görüldü. Gruplar karşılaştırıldığında 12. saatteki ağrı skorları arasındaki farkın istatistiksel olarak anlamlı olduğu saptandı (p=0,01) rahatsızlık skorlarında fark gözlenmesine rağmen istatistiksel olarak anlamlı düzeyde değildi (p= 0,084). Her iki grup arasında yaş, önceki biyopsi sayısı, kor biyopsi sayısı, prostat hacmi, biyopsi öncesi serum PSA düzeyi ve komplikasyonlar bakımından anlamlı farklılık saptanmadı. Voltaren alan gruptaki hastalar biyopsi sonrasında daha rahat bir gün geçirdiklerini ifade ettiler. Sonuç: TRUS biyopsi yapılan hastalarda tek doz diclofenac suppozituar etkin, güvenli bir şekilde işlem sonrası dönemde ağrı kontrolünü sağlamakta, hastaya konfor ve hayat kalitesinde artış sağlamaktadır. SUMMARY Objective: Transrectal ultrasonography-guided prostate biopsy (TRUS-Bx) is the gold standart for the diagnosis of prostate cancer. There are various methods defined in the current literature for the control of pain dring this procedure. In this study we have evaluated the efficacy of intrarectal administration of voltaren suppository administered at the end of biopsy for control of pain and discomfort. Material and method: 100 consecutive men underwent TRUS-Bx prostate biopsies for serum PSA elevation and/or suspicious digital rectal examination findings for prostate cancer were included in this study. TRUS-Bx were performed with 18 G Trucut biopsy needle from 10-12 cores after intrarectal administration of 20 cc (twice) %2 Lidocaine gel (5 cc on perianal region, 15 cc into the rectum). Fifty-five patients received voltaren treatment at the end of biopsy. No additional treatment were given in the second group of 45 patients. After the biopsy; a self-administrated 10-point linear visual scale was used to determine and compare the pain and discomfort scores of the two groups (diclofenac and no treatment) at 12 hour after biopsy. Results: The mean pain and discomfort scores after the biopsy whom were given 100 mg voltaren were 2 ± 0.9 and 2.4 ± 0.72.0; for no treatment group these scores were 1.9 ± 1 and 2.2 ± 1.1 respectively. The 12 hour evaluation showed that pain and discomfort scores in voltaren group (0.9 ± 0.8 and 1.1 ± 0.9) were lower than no treatment group (1.3 ± 0.6 vs 1.4 ± 0.8). When two groups were compared, the difference for pain scores was statistically significant (p=0.01). Although discomfort scores at 12th hour diminished, the difference did not reach statistical significance (p=0.084). There were not any considerable differences between the two groups regarding the age, previously performed biopsies, the core numbers, prostate volume, pre-biopsy serum PSA values and the complications of the procedure. Patients in the voltaren arm expressed a more comfortable day after biopsy. Conclusion: Diclofenac suppository administration after biopsy for relief of pain during TRUS-Bx is an effective, safe and simple method and enhance patient comfort and quality of life.
2010-01-01T00:00:00ZSpinal Musküler Atrofi İçin Prenatal TanıÇANKAYA, TUFANhttp://hdl.handle.net/20.500.12397/29982020-06-16T12:44:38Z2010-01-01T00:00:00ZSpinal Musküler Atrofi İçin Prenatal Tanı
ÇANKAYA, TUFAN
Amaç: Spinal musküler atrofi (SMA), spinal kord ön boynuz hücrelerinin dejenerasyonu, proksimal kaslarda ilerleyici güçsüzlük ve atrofi ile karakterize olup, en sık rastlanan kalıtsal alt motor nöron hastalığıdır. Hastalığın günümüz şartlarında tedavi edilemez olması, prenatal veya preimplantasyon genetik tanının önemine işaret etmekte olup bu amaçla yapılan çalışmalar hastalığın önlenmesinde önemlidir. Gereç ve yöntem: Çalışmada, ailesinde SMA tanısı almış 12 çiftin amniyosentez veya koriyon villus örnekleri SMN1 geninde bulunan delesyonlar açısından Polimeraz Zincir Reaksiyonu-Restriksiyon Fragment Uzunluk Polimorfizm (PCR-RFLP) yöntemleri kullanılarak analiz edilmiştir. Bulgular: Olguların üçünde (%25) exon 7 ve 8 de delesyon saptanmıştır. Sonuç: Elde edilen veriler literatürdeki sonuçlar ile karşılaştırılmış ve SMA hastalığı için prenatal tanının önemi tartışılmıştır. SUMMARY Objective: Spinal muscular atrophy (SMA) is the most common heritable lower motor neuron disease, characterised by degeneration of anterior horn cells of spinal cord and progressive weakness and atrophy in the proximal muscles. Because of Spinal Muscular Atrophy is known as incurable, prenatally and preimplatation genetic diagnosis are considered as the best approaches for this disease. Material and method: In this study, amniosythesis or chorion villus samples obtained during the prenatal diagnosis from 12 subjects with a history of SMA, were analysed for deletion of exon 7 and 8 located in SMN1 gene by Polymerase Chain Reaction-Restriction Fragment Length Polymorphism (PCR-RFLP). Results: Three of 12 subjects had exon 7 and 8 deletions (%25). Conclusion: Results were compared with the literature and the importance of prenatally diagnosis for SMA was discussed.
2010-01-01T00:00:00ZOtoimmün Büllöz Dermatozlarda Başlangıç Özellikleri Ve Eşlik Eden Otoimmün HastalıklarAKARSU, SEVGİFETİL, EMELBozkaya, EmineBozkanat, Kübra MelikeAkyaz, PınarGün, MustafaErdemir, YeldaİLKNUR, TURNAhttp://hdl.handle.net/20.500.12397/29962020-06-16T12:44:38Z2010-01-01T00:00:00ZOtoimmün Büllöz Dermatozlarda Başlangıç Özellikleri Ve Eşlik Eden Otoimmün Hastalıklar
AKARSU, SEVGİ; FETİL, EMEL; Bozkaya, Emine; Bozkanat, Kübra Melike; Akyaz, Pınar; Gün, Mustafa; Erdemir, Yelda; İLKNUR, TURNA
Amaç: Demografik ve klinik özellikleri açısından bazı farklılıklar gösteren otoimmünbüllöz dermatoz (OBD)'lara bazı otoimmün hastalıkların eşlik edebildiği bildirilmiştir.Bu çalışmada kliniğimizde yatan OBD olgularında demografik ve klinik başlangıçözellikleri ile eşlik eden otoimmün hastalıkların araştırılması amaçlanmıştır.Gereç ve yöntem: Bu çalışmada 2000-2009 tarihleri arasında kliniğimizde yatanOBD'lu 97 olgunun dosyası cinsiyet, başlangıç yaşı, dökülerin başlangıç yeri ve eşlikeden otoimmün hastalıklar açısından retrospektif olarak taranmıştır.Bulgular: Çalışmaya alınan 97 olgunun 50 (%51,5)'si pemfigus (37'si pemfigusvulgaris, 4'ü pemfigus vejetans, 9'u pemfigus foliaseus), 40 (%41,2)'ı pemfigoid (38'ibüllöz pemfigoid, 2'si sikatrisyel pemfigoid), 5'i (%5,1) dermatitis herpetiformis, 1(%1,1)'i lineer Ig A büllöz dermatozu ve 1 (%1,1)'i ise edinsel epidermolizis büllozaolarak saptanmıştır. Pemfigus vulgaris, pemfigus vejetans ve büllöz pemfigoidliolgularda hem deri hem mukozada başlayan dökülerin görüldüğü, pemfigus foliaseus,dermatitis herpetiformis, lineer IgA büllöz dermatozu ve edinsel epidermolizisbüllozalı olgularda sadece deri başlangıçlı dökülerin olduğu ve sikatrisyel pemfigoidliolgularda ise sadece mukozal başlangıçlı dökülerin görüldüğü belirlenmiştir. Ayrıca,genel olarak OBD'lu olguların %26,8'inde en sık diabetes mellitus (%17,5) olmak üzerepsoriyazis, liken planus, Hashimato tiroiditi, Graves hastalığı, romatoid artrit veülseratif kolit gibi eşlik eden otoimmün bir hastalık saptanmıştır.Sonuç: Farklı başlangıç özellikleri gösteren OBD'lara farklı oranlarda olmakla birliktebazı otoimmün hastalıkların eşlik edebildiği gösterilmiştir.SUMMARYObjectives: It has been reported that some autoimmune diseases may be accompaniedwith autoimmune bullous dermatoses (ABD) which may show some differences indemographic and clinical characteristics. In this study, we aimed to investigate thedemographic and clinical onset characteristics, and the accompanying autoimmunediseases in ABD patients previously hospitalized in our clinic.Material and method: In this study, the files of 97 ABD patients who had been hospi-talized between years 2000-2009 were retrospectively reviewed in terms of gender, ageat onset, onset localization of lesions, and the accompanying autoimmune diseases.Results: Between the 97 patients, 50 (51.5%) had pemphigus (pemphigus vulgaris in37 patients, pemphigus vegetans in 4 patients, pemphigus foliaceus in 9 patients), 40(41.2%) had pemphigoid (bullous pemphigoid in 37 patients, cicatricial pemphigoid in2 patients), 5 (5.1%) had dermatitis herpetiformis, 1 (1.1%) had linear IgA bullousdermatosis and 1 (1.1%) had epidermolysis bullosa acquisita. It is determined that thedisease began from both skin and mucosa in patients with pemphigus vulgaris,pemphigus vegetans and bullous pemphigoid, only skin in patients with pemphigusfoliaceus, dermatitis herpetiformis, linear IgA bullous dermatosis and epidermolysisbullosa acquisita, and only mucosa in patients with cicatricial pemphigoid.Furthermore, 26.8% of all ABD patients accompanied by autoimmune diseasesprimarily diabetes mellitus (17.5%), subsequently psoriasis, lichen planus, Hashimatothyroiditis, Graves disease, romatoid arthritis and ulcerative colitis.Conclusion: This study demonstrated that some autoimmune diseases in differentproportions may accompany ABD which show different onset characteristics.
2010-01-01T00:00:00Z