Abstract:
AB ortak göç politikası iç politika ve dış politikada güvenlik odaklı bir şekilde geliştirilmektedir. AB göç politikasının etki alanı, dışsallaştırma stratejisi kapsamında Türkiye'nin de dahil olduğu aday ülkeler, komşu ülkeler ve diğer üçüncü ülkeleri kapsayacak şekilde genişlemektedir. Avrupa Komisyonu'nun ve Avrupa Parlamentosu'nun çoğunluğunun göçmen haklarını da dikkate alan kapsamlı göç politikası oluşturulması söylemine rağmen, bu alandaki politika ve uygulamalar güvenlik odaklı olarak devam etmektedir. Bu politika, düzensiz göçün önlenmesini sağlayamamakla birlikte, mali ve insani külfet getirmekte, insan kaçakçılığının ve suç ağlarının daha da güçlenmesine yol açmaktadır. AB, ortak göç politikasını içiçe geçmiş halkalar modeli şeklinde dışsallaştırmaktadır. Ancak bu süreçte uygulanan koşulluluk, aday ülkeler dışındaki üçüncü ülkelere sunulan teşviklerin bu ülkeler tarafından yetersiz görülmesi ve politikanın AB merkezli olarak algılanmasından dolayı etkin bir şekilde işlememektedir. Göçün kaynak, transit, hedef ülkeleri ve göçmenleri doğrudan etkileyen çok boyutlu bir olgu olmasından dolayı, politikanın etkinliğini sağlamak açısından bütün tarafların ihtiyaçlarını dikkate alan ?dörtlü kazanç? stratejisinin uygulanması gerekmektedir. Sadece böyle bir strateji düzensiz göçü bir sorun ve tehdit olmaktan çıkarıp yönetilebilir hale getirebilecektir. Türkiye, AB'ye yönelen göç hareketleri açısından temel bir transit ülke olduğundan güvenlikleştirme-dışsallaştırma dinamiklerinden etkilenen kilit ülkelerden biri haline gelmektedir. Üyelik sürecinde ve göç alan bir ülkeye dönüşüm sürecinde Türkiye'nin göç politikasını gözden geçirmesi, yeni koşullara ve AB politikalarına uyumlaştırması gerekmektedir. Bu süreçte, Türkiye için çeşitli fırsat ve maliyetler ortaya çıkacak olup, AB ve Türkiye tarafının uzlaşmacı tavrı ile ?kazan-kazan? durumu sağlanabilecektir. Bu kapsamda düzensiz göçün, kontrol edilmesi gereken bir sorun olarak ele alınmaktan ziyade kapsamlı bir yaklaşımla ele alınması bütün tarafların faydasına olacaktır. EU common migration policy has been developed in a securitised way in the internal and foreign policy. The domain of EU migration policy has been enlarging towards the candidate countries including Turkey, the neighbouring countries and other third countries in the framework of externalisation strategy. Despite the discourse of European Commission and the majority of European Parliament on the development of a comprehensive migration policy taking migrant?s rights into consideration, the policy and implementation on this issue still focus on security aspects. This policy while not ensuring the prevention of irregular migration, brings about financial and humanitarian burden and leads to the strengthening of human smuggling and criminal networks. EU has been externalising its common migration policy through the model of concentric circles. However, the conditionality policy applied in this process cannot function efficiently since the third countries perceive the provided incentives as insufficient and the policy as EU-centric. Since migration is a multi-dimensional phenomenon directly influencing countries of origin, transit and destination and the migrants, ?quadri-win? strategy which takes into consideration the needs of all parties should be applied in order to ensure the efficiency of the policy. Nothing but this kind of a strategy can change the perception of immigration as a problem and threat and make irregular migration manageable. Turkey, as the main transit country for migration movements heading towards the EU, has been turning out to be a key country affected from the dynamics of securitisation-externalisation. In the process of EU membership and the transformation into a country of immigration, Turkey should revise its migration policy and align with the emerging conditions and EU policies. While Turkey is likely to face various opportunities and costs within this period, a ?win-win? situation could be achieved along with the reconciling attitude of EU and Turkey. In this context, the handling of irregular migration in a comprehensive approach rather than as a problem to be controlled would benefit all parties to the issue.